"Bi acılı cumhuriyet çek, bi buçuk olsun"
Hangi cumhuriyet "yeni"?
Ocak 2013, Komünist, Sayı 374
Birinci Cumhuriyet'in geri dönmemek üzere tarihin derinliklerine gönderildiğini kabullen(e)meyen anlayış, AKP eliyle kurulmakta olan İkinci Cumhuriyet', de kavrayamamış oluyor.
AKP'nin iktidara gelmesinden kısa bir süre sonra başlayan ve 12 Eylül referandumu ile sonlandırdığımız kesit, ülkenin rejim tartışmaları ile yoğun bir siyasi atmosfere girdiği özel bir dönem olarak hatırlanacak.
Bu dönemde AKP'nin eski rejimi yıkarken kullandığı argümanlara karşı devrimci bir pencereden yanıtlar vermeye çalışırken bir şeyi ısrarla vurguladık; eldeki rejimi korumayı değil aşmayı hedeflemeyen hiç bir siyasi çıkış yenilgiyi önleyemez.
Tartışmaların finali sayılması gereken 2011 seçimlerinin özeti ve sonucu sayabileceğimiz bir değerlendirme ise TKP 10. Kongre Siyasi Raporu ile ortaya konmuş oldu:
“10. Kongre, seçim sonuçlarının, ülkemizde gerici İkinci Cumhuriyet rejiminin kuruluşunun tamamlanmasını temsil ettiği değerlendirmesini yapmıştır. Türkiye toplumunun, emperyalist işgale karşı ulusal kurtuluş mücadelesi ve bunun peşi sıra imparatorluk rejiminin reddi temellerinde ulaştığı 'cumhuriyet' evresinin içerdiği tarihsel ilerleme ve kazanımlar, bu yeni dönemde bütünüyle tasfiyeye uğramaktadır.
Tasfiye edilen bu kazanımların kapitalizm koşullarında geri getirilmesi nesnel olarak imkansız hale gelmiştir. Türkiye Komünist Partisi, emekçi halkımızın önündeki biricik ilerleme yolunun sosyalizmden geçmek zorunda olduğunu saptamakta, Üçüncü Cumhuriyet'in yalnızca sosyalist bir karakter taşıyabileceğini ilan etmektedir.”
Bir “yeni” cumhuriyet mi dediniz?
Cumhuriyet üzerine bir tartışmada konunun TKP 10. Kongre belgesine gelmesi pek şaşırtıcı olmasa gerek. Siyasi mücadeleyi örgütlü bir eylem olarak ele aldığımız için kolektif değerlendirmelerimizin rehberliğini ihmal edemeyiz.
Ancak benim bu alıntıyı yapmamın nedeni daha güncel. 2011 yenilgisinin ardından kabuğuna çekilen cumhuriyetçi kesimlerin 29 Ekim'de sokağa dökülmesi bazı tartışmaları tekrar su yüzüne çıkardı.
Zamanında kimi düzen içi unsurların peşinden koşarak AKP'yi durdurmak isteyen geniş bir kesimin kendi gücüne dayanan bir mücadele içine girme ihtimali elbette vardır. Ancak her cumhuriyetçi hareketlenmenin aynı tartışmaları açıyor olması biraz garip. Bu söylediğim yapılan eylemi ve etkisini önemsizleştirmiyor, aksine böyle bir enerjinin heba olmaması için öncelikle sınırlarının farkedilmesi gerekiyor.
Konumuz özel olarak 29 Ekim eylemleri de değil, bu vesile ile başlayan yeni bir cumhuriyet tartışması. Bugün yaşanan siyasal gelişmeleri mücadelemizde nereye oturtacağımızın yanıtını hangi cumhuriyetin kavgasını verdiğimizden yola çıkarak bulabiliriz.
Bugün Birinci Cumhuriyet'in geri dönmemek üzere tarihin derinliklerine gönderildiğini kabullen(e) meyen anlayış, AKP eliyle kurulmakta olan İkinci Cumhuriyet'i de kavrayamamış oluyor. İkinci Cumhuriyet olarak kodladığımız gerici, piyasacı ve işbirlikçi rejimin aslında Birinci Cumhuriyet'in bazı tercih ve zaafları tarafından hazırlanan bir zemininde yükseldiğinin unutulmaması gerekir.
Bu durum, İkinci Cumhuriyet ile mücadelede Birinci Cumhuriyet'e öykünen yaklaşımların sınırını ortaya koyuyor. Hal böyleyken, yaşanan her türlü cumhuriyetçi hareketlenmenin bu temel doğrunun üzerini örtecek şekilde yorumlanmasını anlamak mümkün değil.
TKP tarafından 29 Ekim 2012'de düzenlenen “Sosyalist Cumhuriyet Kurultayı” Birinci Cumhuriyet'in marksist bir analizi ile İkinci Cumhuriyet'e karşı devrimci bir eleştiriyi buluşturmaya çalışırken; aynı tarihlerde “bir yeni cumhuriyet için” saptaması ile tarihin tekerini 40 yıl geriye saran analizlere şaşırdığımızı söylemeliyiz.
Yalçın Küçük tarafından 12 Eylül darbesinin hemen öncesinde kaleme alınan “Bir Yeni Cumhuriyet İçin” metnine referansla AKP ile mücadele etmeye çalışmak, sosyalist cumhuriyet mücadelesinin köklerinin derin olduğuna değil, arada geçen 30 yılın tartışma ve deneyimlerinin bir çırpıda yok sayılmasına işaret ediyor.
Burada mesele Yalçın Küçük'ün Birinci Cumhuriyet saflarında verdiği kavgada yenildiğini kabul edememesi değil. İtiraz ettiğim nokta Yalçın Küçük'ün de yazmaya başladığı Yurt Gazetesi “Bir Yeni Cumhuriyet İçin” propagandası yapıyorken Yalçın Küçük'ün hala “Türk aydını, Türk eliti, başta subaylar, subaylar içinde önde kurmaylar, bunların önünde paşalar, iradelerini kaybetmişler, işte mesele buradadır. To be or not to be, işte sorun budur...” diyebildiğinin göz ardı edilmesi.
Bu durumda insan “bu cumhuriyet gerçekten yeni mi?” diye sormadan edemiyor. Tamam, sokağa dökülen ve barikatlara yüklenen cumhuriyetçi kitlelerin enerjisini hafife almayalım, ama “resmi gün ve haftalar” dışında soluksuz kalan bir hareketlenmenin bizi Marksizm'den uzaklaştırmasına da izin vermeyelim.
Bu nedenle Yurt Gazetesi'nin bazı yazarları ve haberleri ile “Arap Baharı” aldatmacasına ve özellikle AKP dışpolitikasına itiraz ettiği biliniyorken, aynı özenin neden “bir yeni cumhuriyet” tartışmasında gösterilmediğin bir açıklaması olmalı.
Bir Buçukuncu Cumhuriyet
Kanımca bu özensizliğin “farkında olmamak” ile bir ilgisi bulunmuyor. Misyonunu Kemalist ve Kürt muhalefetlerini birbirine yakınlaştırmak ve sosyalist hareketle gündem ortaklığı içine sokmak olarak tarif ettiğini düşündüğüm Yurt Gazetesi yazarları, bu politik açılım nedeniyle deyim yerindeyse teoriyi yiyorlar.
Siyasi mücadele bazen kimi riskleri göze almayı ve tekrar denemeyi gerektirebilir. Ancak bu girişimlerin zemini yanlış tarif ediliyorsa, en yaratıcı düşünsel faaliyetin bile istemediği sonuçlarla karşılaşması kaçınılmaz olur.
Bir yandan “Birinci Cumhuriyet öldü, bize bir yeni cumhuriyet gerek” diyorken diğer taraftan Birinci Cumhuriyet paradigmasına sıkıca sarılan bir siyasi hareketlenmeye bel bağlamak siyasal cesaretle değil özensizlikle açıklanmalı. Ülkedeki siyasi atmosfere dönük Türk ve Kürt milliyetçiliklerinin basıncı karşısında siyaset yapmaya çalışırken “sol müdahale” girişimi ile kitle kuyrukçuluğu arasındaki çizginin silikleşmesi ciddi bir problem. Marksizm durgun sularda dingin bir hayat için değil, büyük anaforların içinde savrulmamak ve mücadeleye yeni doğrultular saptamak için var.
Birinci Cumhuriyet öldüyse eğer, sonraki siyasi açılımlarda bunun veri alınması gerekiyor. Aksi takdirde Yurt Gazetesi örneğinde karşılaştığımız “Bir Buçukuncu Cumhuriyet” çizgisine sıkışmak kaçınılmaz olur.
Sosyalist Cumhuriyet İçin
Yukarıda değinmeye çalıştığım tuhaflık cumhuriyetçi kesimlerin tamamen ihmal edilmesi olarak yorumlanmamalı. Sadece yanlış bir kalkış noktası ile doğru hedefe ulaşmanın mümkün olmadığını vurgulamak istedim.
Zamandan ve mekandan bağımsız bir “yeni cumhuriyet” arayışı cumhriyetçi muhalefete “sol müdahale”den çok, onu kaderine terk etmek anlamına geliyor. Devrimci siyaset öncelikle kitlelerin kaderine terk edilmesi yerine kendi kaderini eline alması hedefine odaklanmak durumunda. Bunun için hareketin dinamiği doğru saptanmalı.
2013'ün ilk günlerinde ülkeye bakıldığında görülmesei gereken tablo AKP'nin ülkeye giydirmeye çalıştığı elbisenin dar geldiğinin bir iddia olmaktan çıkıp gerçekliğe dönüşmesidir. Bu seneki 29 Ekim kutlamalarının farkını burada aramak gerekiyor.
Yaşananlar cumhuriyetçi tabana özgü bir hareketlenme değil, yeni bir rejim kurmakta zorlanan AKP'ye verilen tepkilerin dozunun ve cesaretinin artması olarak değerlendirilmeli. Henüz Antakya dışında sokağa yansımasa da, AKP'nin Suriye politikasına dönük tepkinin arttığını söyleyebiliriz. Aynı şekilde ODTÜ'de yaşananların halk tarafından AKP'nin aleyhine yorumlanması da aynı sürecin bir parçası.
Bugüne kadar pek çok krizi ustaca yönetmeyi başaran AKP'nin kimi tökezlemeler ve kitlesel tepkiler ile karşılaşıyor oluşunu İkinci Cumhuriyet'e karşı Sosyalist Cumhuriyet mücadelesi için referans almak yerine, Bir Buçukuncu Cumhuriyet peşinde koşmak siyasi cesaret değil, hatadır.
Sosyalist Cumhuriyet Kurultayı'nın sonuç metni yeterince net bir ifade ile tartışmayı kapatabilir:
“On yıllar boyunca geniş halk kitlelerinin ve kamuoyunun her türlü hukuksuzluğa, keyfiliğe alıştırılmış olması Cumhuriyeti korunaksız bırakmış, kırılgan hale getirmiştir. AKP iktidarının yıkıcı müdahalesi bu zeminin üstüne oturmuştur. Bu zemini ortaya çıkartanın ise eski rejimin sınıf karakteri, sömürücü, kapitalist karakteri olduğu açıktır. Böyle olduğu içindir ki, gerici İkinci Cumhuriyet'in alternatifi eskiye dönüş olamaz. Kurultayımızın başlığı ve içeriği bu nedenle gericiliğe karşı mücadelenin sosyalizm hedefiyle yürütülmesi gerektiğine işaret etmektedir.”