KESK'e yapılan operasyon neyi ifade ediyor?
Gözaltı ve tutuklamaların nedeni Kürt sorunu ve
KCK mı?
6 Temmuz 2012, Komünist, Sayı 366
25 Haziran Pazartesi sabahı KESK üye ve
yöneticilerine yönelik olarak düzenlenen bir operasyon ile gözaltına alınan 71
kişiden 22'si, 26 Haziran Salı günü tutuklandı. Gözaltı ve tutuklamaların KESK
ve KESK'e bağlı sendikaların pek çok genel merkez yöneticisini de kapsıyor
olması, AKP'nin saldırısının ciddiyetini kavramak için önemli bir işaret verdi
diyebiliriz. Sıradan, hesapsız bir hukuksuzluktan daha fazlası ile karşı
karşıyayız.
Bu saldırının hedefi düşünüldüğünde en çok ifade
edilen görüş, operasyonun Kürt halkına dönük baskıların güncel örneklerinden
biri olduğu yönündeydi. Zaten emniyet ve savcılığın operasyonu KCK soruşturması
kapsamında gerçekleştirmesi ve KESK yönetiminde Kürt hareketinin temsil ettiği
ağırlık düşünüldüğünde, saldırıların Kürt halkının taleplerini baskılama
sürecinin sıradan bir unsuru olarak algılanması kolaylaşmış oluyordu.
Ancak sınıf mücadelesinde ilk akla gelenler pek
az örnekte sağlıklı bir analize izin veriyor. KESK operasyonu, İkinci
Cumhuriyet'in yerleşiklik kazanmaya çalıştığı bir dönemde beliren tıkanma noktaları
ile kıpırdanan toplumsal kesimler karşısında, daha militan bir tabanı konsolide
etmek isteyen AKP'nin sınıf karakterine uygun bir saldırısı olarak ele alınmalı
ve Kürt sorununu da kapsayan ama daha geniş bir zemine yerleştirilmeli.
“Tıkır tıkır”dan takır tukura
Bu zeminin tarifini yaparken kısa süre önce
tamamladığımız TKP 11. Kongre Türkiye Konferansı'nda kabul edilen Siyasi
Rapor'un yardımını almakta bir sakınca olmasa gerek. Bu rapor ile birlikte AKP
eliyle kurulmakta olan İkinci Cumhuriyet'in zayıf yanları saptandı ve partinin görevleri
bu zaafların üzerine gidecek olan bir mücadele hattı ile belirlendi.
Biz zaaflardan devam edelim...
Özellikle Mart ayından beri daha net ifade
edebildiğimiz bir dizi başlıkta yaşananlar, seçimlerden büyük bir güçle çıkan
AKP'nin yeni düzeni inşa etmekte sıkıntılar yaşadığını ortaya koydu.
Birinci Cumhuriyet'i ortadan kaldıran koalisyonun
amiral gemisi AKP, kendine kurucu bir misyon biçiyor ve yeni anayasa
çalışmalarını 2012 yılının ilk altı ayı içerisinde büyük ölçüde bitireceğini söylüyordu.
Birkaç gün önce geride bıraktığımız bu dönem itibarıyla, yeni anayasa
başlığında elde pek fazla bir şey bulunmuyor.
Eski rejimi yıkarken çok etkin bir silah olarak
kullanılan siyasi davalar konusu ise tıkanma tanımını aşan bir krize doğru yol
alıyor. AKP Özel Yetkili Mahkemeler'i kaldırıp yeni işlevlerle yeni hukuki silahlara
sahip olmayı arzulasa da şike davasının seyri bile bu gibi davalarda eskiyi
yıkarken sergiledikleri beceriyi, yeniyi kurarken gösteremediklerinin kanıtı
sayılmalı.
“Kürt sorununun çözümü” söylemi ile havuç ve
sopayı aynı anda kullanarak bir yandan Kürt halkını beklenti içine sokmayı
denerken diğer yandan Kürt hareketinin meşru siyasetçilerini devre dışı
bırakmaya çalışan AKP, bu başlıkta da henüz istediğini alamadı. Kürtler hala
AKP'ye boyun eğmeyen tavırlarını sürdürüyorlar ve dışarıdan “transfer edilen”
Kürt siyasetçiler beklenen meşruiyeti yaratamadığından AKP çözümü olarak
kodlanan süreç nereden tutulsa elde kalmaya devam ediyor.
Bu başlıkta devreye yeni türde bir Barzaniciliğin
ya da Aydemir Güler'in geçen hafta bu sayfalarda kullandığı ifadeyle “sağ
Kürtçülüğün” sokulmaya çalışılması artık sır değil. “İçeriden” girişimlerin ne
sonuç vereceği siyasi mücadelenin konusu ancak AKP'nin bu sefer gerekli
meşruiyeti yaratacağını ve Kürt sorununu olmasa da Kürt hareketini çözeceğini
düşünmemiz için elde kuvvetli bir veri bulunmuyor. Sıkışma burada da devam
edecek…
AKP'nin zamanında çok atıp tuttuğu dış politika
alanının da kimi sıkıntılar barındırdığını burjuva basınında bile okur hale
geldik. ABD'nin bölge politikalarında vazgeçilmezlik iddiasında bulunan AKP
kurmaylarının agresif dış politika pratiği Suriye ile yaşanan uçak krizi ile
birlikte ülkenin yıllar sonra savaş olasılığını ciddi ciddi tartışmasına neden
oldu. Bu durumun ülke içinde meşruiyetinin sınırlı olduğu ortada. Ancak AKP'nin
dış politika stratejisinin ABD için hangi şartlarda ve nereye kadar “tek at”
olarak kalacağının garantisini kim verebilir ki?
Üstelik “Suriye'ye savaş açılırsa biz de
savaşacağız” diyen FHKC lideri Cibril'in de belirttiği gibi İran'ın yanı sıra
Hizbullah da bu yönde bir hazırlık içindeyken durumun hiç de Erdoğan'ın atıp tuttuğu
gibi olmadığı özellikle not edilmeli.
Buraya daha önce açık bir siyasi karar ile
gerçekleşen mali dolaplarla “krizden uzak tutulan Türkiye” fotoğrafını ve
biriken ekonomik yüklerin aşılması için yine emperyalizmin siyasi desteğinin
şart olduğunu eklemek mümkün.
AKP'nin zaaflarını sıralamaya çalıştığım bu kısmı
bitirirken, seçimlerde elde edilen büyük zafere karşın, İkinci Cumhuriyet'in
kuruluşunun güle oynaya gerçekleşmeyeceğinin ortaya çıkmasının AKP'nin en büyük
zaafı olduğunu vurgulamak gerekiyor. Tıkır tıkır gitmesi beklenen İkinci Cumhuriyet
arabasının motorundan takır tukur sesler geliyor dersek fazla abartmış olmayız.
İşçi sınıfı hedef tahtasında
AKP tarafından ortaya atılan 4x3 düzenlemesi ya
da kürtaj tartışmaları gibi gündemler düşünüldüğünde, toplumun
gericileştirilmesine dönük köklü adımların önemsenmesi gereken bir tepkiye
neden olduğunu söyleyebiliriz.
Bir sürü başlıkta sıkışan, attığı adımlar tepki
ile karşılanan, kendi üzerine biçtiği kurucu misyonun hakkını veremeyen bir
görüntüye sahip ve bunlar yetmiyormuş gibi yeni rejimin kurulması konusunda
koalisyon içi problemlerle uğraşan AKP yoluna nasıl devam edebilir?
Bu sorunun yanıtı daha önce verildi aslında. AKP
hızını düşürürse gerisin geri yuvarlanacağının farkında olan bir lidere sahip.
Bu nedenle, tansiyonu düşürücü adımlar atmak yerine kendi tabanlarını konsolide
edici bir yönelimle hareket etme eğilimindeler. Seçim sloganlarında olduğu
gibi; durmak yok, yola devam. Yola devam ederken ise hem siyasi, hem ideolojik,
hem de ekonomik nedenlerle işçi sınıfına daha fazla saldıracaklar.
Gücünü ezenlerden aldığı konusunda kuşkuya yer
bırakmayan AKP iktidarı, İkinci Cumhuriyet ile birlikte sermaye sınıfı lehine
tarihsel bir dönüşüm gerçekleştirmekte olduğu için Türkiye burjuvazisinin büyük
desteğine sahip.
Yalnız bu desteği kaybetmemek için değil, çok
daha önemlisi, gerici ve emek düşmanı bu dönüşümün toplumsal yapıda yerleşiklik
kazanmasının tek koşulu olduğu için işçi sınıfının baskılanması, dönüştürülmesi
ve bir daha başını kaldıramaz hale getirilmesi gerekiyor.
TKP nasıl, bu “burjuva diktatörlüğü ile işçi
sınıfı hesaplaşır” diyerek sosyalist devrim sürecinde işçi sınıfının tarihsel
ve güncel rolünün altını çiziyorsa, AKP de işçi ve emekçileri dümdüz etmeksizin
İkinci Cumhuriyet arabasının tıkır tıkır gidemeyeceğini bildiğinden karşı
devrimci misyonlarına işçi sınıfına saldırarak hız veriyor.
Eğer Türkiye'deki siyasi ve ideolojik gelişmeleri
es geçen bir umursamazlıkla “rutin bir KCK dalgası” diye bakmayacaksak, son
KESK operasyonunu böyle bir zemine yerleştirmek gerekiyor.
Havayolları sektöründe işçilerin grev hakları
ellerinden alınmaya çalışılıyorken KESK'in payınaGenel Başkan düzeyinde bir
hamle ile örgütlülüğüne saldırılması düşüyor.
Neden KESK?
Yukarıda bu sorunun yanıtı vermiş olduk ancak bir
ufak noktaya daha değinmek gerekiyor. KESK'in hedef seçilmesinin özel bir
nedeni de KESK'in bugüne kadarki pratiğinden duyulan rahatsızlık mı?
KESK yöneticilerinin açıklamalarına bakılırsa
AKP'nin gerici ve piyasacı dönüşümlerine direnen neredeyse tek unsur olduğu
için KESK'e yönelik bir saldırı var. KESK'e yapılan baskılara karşı birlikte
direnmek, mücadeleyi büyütmeye çalışmak boynumuzun borcu. Ancak bu tavrı
anlamak gerçekten mümkün değil.
İsterseniz bu yorumların içinde sıkça verilen iki
örnek üzerinden ilerleyelim.
Eğitim alanındaki 4x3 uygulamasına karşı imza
kampanyası düzenleyen KESK ve Eğitim-Sen Genel Merkezleri, imza dilekçesinden
gericilik karşıtı bölümleri çıkarmışlardı. Daha sonra yasanın Mecliste
görüşüleceği 28 Mart günü ise çoğunluğu Ankara dışından gidenlerden oluşan bir
kaç bin kişi ile “direnildi” yasaya. “28 Mart'ta '4+4+4' yasasına gösterilen
direniş”in pek etkili olduğunu söyleyemeyiz.
23 Mayıs grevi ise gerçekten ciddi bir katılım
ile gerçekleşti. Ancak bu başlıkta da grev ertesi güne neredeyse hiç bir şey
devredemedi. Çünkü bu grev, yıllar sonra ilk kez 5 ay boyunca maaş zammı alamayan
ve huzursuzluğu her geçen gün artan kamu emekçilerinin tepkilerine “denk gelmiş
oldu”. Grev öncesinde KESK dahil hiçbir sendikanın hazırlığı ve örgütlenme
atağı hissedilmiyordu. Bu nedenle grev kararı öncelikle KESK tarafından alınmış
olsa da, bu grevin öncekilerden daha fazla katılımla gerçekleşmesinin nedeni,
grevin sendikal anlamda bile “kendiliğinden” bir eylemlilik olarak yaşanmasında
aranmalı.
Bu örnekleri vermemin nedeni KESK'e dönük
eleştirel bir bakış geliştirmeye çalışmanın çok uzağında. KESK bizim de
emeklerimizle kurulan ve daha etkin hale gelmesi için şu ana kadar olandan çok
daha büyük emekler vereceğimiz bir sendika. Ancak AKP'nin saldırısının
anlaşılması için bazı ezberleri bir kenara bırakmak gerekiyor.
KESK çok önemli bir sendika çünkü kamu
emekçilerinin demin bahsettiğim tepkileri hala varlığını sürdürüyor. Bu alanın
örgütlenmesi, konfederasyonun daha da büyümesi, sınıf mücadelesinde gardını alması
gerekiyor. KESK'i savunmak bu nedenle artık daha önemli. Ancak savunma
dediğimiz şey sadece yapılan somut saldırıya işaret etmekle yetindiği durumda
başarısızlığa mahkum. KESK'e dönük saldırıların “özel” nedeni geçmişte değil
gelecekte aranmalı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder