20 Ocak 2014 Pazartesi

Bir eşitlik ve tarihsel ilerleme düşmanı olarak Nietzsche: Güç İstenci

Giriş

Ondokuzuncu yüzyılın son çeyreğinin üretken düşünürü Friedrich Wilhelm Nietzsche, fikirleri ile yirminci yüzyılın pek çok düşünürünü etkiledi. Felsefesi ile aslında muhafazakar düşünceye ilham vermesi beklenebilecekken, Nietzsche'nin yirminci yüzyılın ikinci yarısında açığa çıkan post-modern düşünce ile de ilişkilendirilmesi mümkün oldu. Burada post-modern düşüncenin de bir çeşit gericilik olduğunu hatırlatmakla birlikte, modernizme “soldan” eleştiri getirme niyeti ile post-yapısalcılık ve post-modernizme ulaşan Avrupalı sol aydınların bu yolculuklarında Nietzsche ile buluşmalarına işaret ediyorum. Düşüncelerinin Alman faşizmi açısından taşıdığı değere koşut olarak bir faşizm, otorite ve diktatörlük eleştirisi görünümündeki post-yapısalcı akım ile de ilişkilendiriliyor olması, Nietzsche'nin yıllardır tartışılmasına olanak tanıyan etkenlerin başında geliyor.

Nietzsche'yi Güç İstenci adlı yapıtı üzerinden değerlendireceğim bu çalışmanın amacı fikirlerinin olgunlaştığı ve popülerleştiği dönemi tarihsel bir çerçeveye oturtarak Nietzsche'yi bir gerici olarak değerlendirmemi mümkün kılan eşitlik ve tarihsel ilerleme düşmanlığı arasındaki ilişkiyi ortaya koymak olacak. Dolayısıyla, bu kısa değerlendirmede ne Nietzsche'ci felsefenin temel yapı taşlarını ele alacağım ne de Güç İstenci adlı kitabı bir bütün olarak değerlendireceğim.

Güç İstenci kitabı üzerinden Nietzsche'nin bir gerici olduğunu ortaya koymak için öncelikle efendi ahlakı ve köle ahlakı ayrımının nereye tekabül ettiğini saptayacağım. Ardından moderniteye dönük eleştirilerinin temelinde köle ahlakının egemenliğine itirazın yattığını açığa çıkaracağım. Son olarak tarihsel ilerleme fikrine saldırının Nietzsche'yi bir gerici pozisyonuna düşürdüğünü vurgulayarak çalışmayı sonlandıracağım.

Bunları yaparken Nietzsche'yi Nietzsche'ci bir felsefi çerçevenin içine yerleştirmek yerine daha tarihselci bir bakışla ele almanın doğru olacağını düşünüyorum. Anti-tarihselci bir düşünce sistematiğini onun kendi sınırlarını veri alarak eleştirmek belki bu yöntemin iç tutarsızlıklarını ortaya koymayı sağlayabilir. Ancak, ben, yöntemsel olarak tarihselci bir yaklaşımın anti-modernizme verilecek cevabı daha etkili kılacağı kanısındayım. Modernizmin içerilerek aşılması olarak da ifade edebileceğimiz marksizmin, anti-modernist bir yaklaşımı sorgularken modernizme hapsolmaması, çalışmanın dayandığı yöntemsel zemini kuvvetlendirecektir.

Bu nedenle, Nietzsche'yi eleştirel bir şekilde ele almadan önce, içine doğduğu tarihselliğin onun düşüncelerinin oluşumu ve gelişimi açısından nasıl bir “tarihsel” olanak yarattığına değinerek başlamak faydalı olacaktır.

Prelüd: dekadans ya da Nietzsche'nin doğuşu

Güç İstenci'nin Avrupa Nihilizmi üzerine yazılanlarla başlaması tesadüf olarak görülmemeli (Nietzsche, 2010, s.22). Daha kitabının ilk sayfalarında Avrupa'nın nihilist bir dönemden geçmekte olduğunu vurgulayan Nietzsche, decadance(çöküş) olarak değerlendirdiği moderniteye saldırarak kuruyor düşünsel yapısını.

Avrupa'da yaşanan burjuva devrimlerinin ve kapitalizmin toplumsal formasyonun bütünü üzerinde sağladığı dönüşümlerin, Aydınlanma düşüncesinin iddia ettiği sonuçlara ulaşmaması romantizmin doğmasına neden olmuştu. Kapitalizmin gelişimi ile birlikte doğan “modern” çağın toplumsal refahı ve bilim ile sanatın egemenliğini artırmasını bekleyen Avrupa aydını, kapitalizmin aslında vaat ettiği toplumsal ilerlemeyi sunmuyor olmasını fark ettiğinde, büyük bir hayal kırıklığına uğrayarak romantizmin esiri olmuştu. Bu nedenle özellikle ondokuzuncu yüzyıl aydınının karamsar bir yapıya sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Bir yandan romantizme yol açan ve decadance olarak tanımlanan bu hayal kırıklığı nihilizmin de doğuşunu ifade ediyordu. Romantizme kıyasla daha radikal görünen nihilizme göre insanlara sunulan “değer”ler aslında birer hiçtir ve bu değer olarak sunulan şeylerin eleştirisinden başka yapacak bir şey bulunmamaktadır. Nietzsche nihilizmi bir gereklilik olarak görmekle birlikte, “tüm değerlerin yeniden değerlendirilmesinin” aslında nihilizmi de aşmak anlamına geleceğini ifade etmektedir. 

Nietzsche'nin fikirlerinin oluştuğu nesnelliğe baktığımızda romantik ve nihilist eleştirinin dışında başka bir eleştirel yöntemin daha bulunduğunu biliyoruz: marksizm. Nietzsche marksizm üzerine okumuş mu bilmiyoruz ancak onun düşüncesi ile marksizm arasında bir ilişki kurmak mümkün görünüyor.

İlişkiden kastım aralarında bir etkileşim olması değil. Kendisi de bir modernite eleştirisini içeren marksizmin pratik yenilgiler alması ile açılan gericilik döneminin, Nietzsche'ci düşüncenin gelişimi ve yaygınlaşması için gerekli ortamı yarattığını iddia ediyorum “ilişki” ile.

Kapitalizmin topluma sunduklarının acımasız bir eleştirisini bağrında taşıyan marksizm, tarihi sınıf savaşımları tarihi olarak görüyor ve aslında “tarih öncesi” sayılması gereken sınıflı toplumlara son vererek “tarih”i başlatma misyonunu işçi sınıfına yüklüyordu. İşçi sınıfı, üretim araçlarının özel mülkiyetine son vererek, kendisi dahil tüm sınıfların varoluş koşullarını ortadan kaldıracak devrimci sınıftı.(Marx, 2007)

Bu düşüncenin ondokuzuncu yüzyılın üçüncü çeyreğinde kapitalizm karşıtı toplumsal mücadelelere damgasını vurduğunu söyleyebiliriz. Marksizmin bu yönteminin modernite eleştirisi açısından onu aşmayı hedefleyen pozitif bir karakter taşıdığını söylemek de mümkün. Romantizm ve nihilizm açıkça değiştirme mücadelesinin de anlamsızlığı üzerine inşa edilmişken, marksizm düşünsel silahını değiştirme gücü ve iradesi ile birleştirmişti.

Ancak 1871 Paris Komünü yenilgisi ile birlikte Avrupa'da başlayan gericilik dönemi, modernite eleştirisinin tek pozitif varyantını etkisizleştirerek Nietzsche'ci yöntemin önünü açan tarihsel koşulları oluşturmuş oldu[1]. Daha sonra modernite eleştirisi bağlamında da vurgulayacağım gibi, Nietzsche'ci düşüncenin gücü, tarihsel ilerleme fikrinin aldığı darbe ile paralel olarak artmış oldu. Nietzsche de bu fırsatı değerlendirerek eleştiri oklarını bir bütün olarak moderniteye ve tarihsel ilerleme fikrine yöneltti. Avrupa gericiliğinin Paris Komünü üzerinden toplumsal hareketler ve işçi sınıfı karşısında elde ettiği zafer, Nietzsche'nin gerici felsefesinin adeta köpeksiz köyde değneksiz gezmesine olanak tanımıştı.

Köle Ahlakı ve Güç İstenci

Köleyi efendiden ayıran şey, Nietzsche'ye göre, çalışma zorunluluğudur. Modern çağın efendi - köle ayrımı burjuvazi ile proletarya arasında değildir. Hangi toplumsal katmandan olursa olsun, çalışmak zorunda olan yığınlar, köledirler. Oysa efendiler herhangi bir şekilde çalışmak zorunda değildirler. Onlar çalışmaksızın yaşama olanağına sahip bir azınlıktırlar. Marksizme göre işbölümünün gelişimi ve üretim araçlarının özel mülkiyeti sonucu açığa çıkın sınıfsal ayrışma, aynı zamanda bazı insanların çalışmayarak ya da daha az çalışarak yaşamalarını mümkün kılıyordu. Benzer şekilde Nietzsche’ye göre, efendiler, sahip oldukları üstün karakter nedeniyle çalışmadan yaşama ve sanat, felsefe, bilim gibi konularla ilgilenme olanak ve gücüne sahip insanlardır. Toplum, efendinin köle üzerindeki egemenliğini kabul etmeli ki hayat Dyonisos’cu bir içeriğe kavuşsun.  

Nietzsche toplumdaki algılanış ve iddiaların aksine güçlü olanın egemen olmadığını iddia etmektedir. Onun düşüncesine göre güçlü, güçlü olduğundan zayıflarla ilişkisinde hırslarından arınmıştır. Buna karşılık, zayıf olan, yaşadığı yoksunlukların sebebi olarak gördüğü efendiye karşı büyük bir hınçla yaşamaktadır. Bu nedenle aslında bugün güçlü olduğu söylenen efendinin değil, zayıf olduğu söylenen kölenin ahlakı egemenliğini sürdürmektedir. Zayıf olan köleler bu zaaflarını sayısal çoğunluk olmaları ile kapatmış ve dünyaya kendi köle ahlaklarını egemen kılmışlardır.

Nietzsche bu duruma son verilmesini ve efendi ahlakının yaşanmasını istemektedir ve bu da onun aristokratik yaşantısı ile son derece uyumludur. Değerlerin yeniden değerlendirilmesi çabası bir bakıma efendi ahlakının egemenliği ile sonuçlanacaktır.

Ancak bunun başarılması için çok temel bir sorun bulunmaktadır: ahlakın ele alınış biçimi.

Nietzsche tarihi efendi ile köle arasında bir mücadele olarak görmektedir ve Yahudilik’ten Hristiyanlık’a, anarşizmden sosyalizme pek çok tarihsel mücadeleyi köle ahlakının egemenliğinin aşamaları olarak kabul etmektedir. Tarih boyunca, ahlakın bu yanlış “değer”lendirilmesi sürekli efendiyi köle karşısında güçsüzleştirmiş ve modern çağın dekadansına ulaşılmıştır.

Nietzsche köle ahlakının oluşumunda en önemli imzanın Sokrates’e ait olduğu kanısındadır. İnsanın içgüdülerinin peşinde yaşadığı Helenik dönemin noktalanması anlamına gelen Sokrates, yaşamı ahlak ile sınırlandırarak insana en büyük kötülüğü yapmıştır. 

Burada efendi ahlakını anlamak için “güç istenci” ile neyin anlatıldığını belirtmem gerekiyor. Güç istenci, insanın temel varoluş biçimidir. Tüm varoluş bu güç istencinin yansımalarıdır. Nietzsche’ye göre evren, sonsuz sayıda  kuvvetin ya da güç dalgalarının itilim ve çekilimlerinden ibarettir. İnsan da doğaya yansıyan güç istencinden başka bir şey değildir. Güç edinme iradesi, Nietzsche’ye göre insanların sonradan türettiği soyut bir terim yahut  kavram değildir. Bu irade, yaşamın ve doğanın en temel ilkesidir. Efendiler, içgüdülerinden ibaret olan  güç istencini serbest bırakıp dünyayı efendi ahlakının egemenliğine kavuştursalar, insanlığın Dyonisos’cu bir  hayat yaşamaları mümkün olacaktır. Ancak köle ahlakı zayıf olanın güçlü olana öfkesi olarak kendini ortaya koyup, bu hayatı nihilist anlamda bir hiçe indirgemektedir.
 


Modernite eleştirisi ve tarihsel ilerleme

Nietzsche’nin modernite ile derdi de buradan kaynaklanmaktadır. Başta belirttiğim gibi Nietzsche’yi bir eşitlik düşmanı yapan, bu eşitlik isteğinin efendi ahlakını yok edip köle ahlakının egemenliğine yol açmasıdır.

Yahudilik hakkında görece iyimser değerlendirmeler yapan Nietzsche’nin Hristiyanlık konusundaki sert tavrı, onun bir eşitlik dini olarak kendini ortaya koymasından kaynaklanmaktadır. Yahudi inancına göre İbranilere tanınan ayrıcalıklı konum Hristiyanlıkta hiçbir kesime vaat edilmemektedir. Bu nedenle Sokrates’ten sonra köle ahlakının oluşumu ve efendi ahlakına üstün gelmesi bakımından en önemli dönemeç Hristiyanlık ile geçilmiştir.

Tarihi efendi ile kölenin mücadelesi olarak gören Nietzsche, Hristiyanlık örneğine benzer nedenlerle bütün büyük anlatıların taşıdıkları eşitlik vurgusunun köle ahlakının ifadelerei olduğu kanısındadır. Ahlakçılıktan rasyonalizme, anarşizmden sosyalizme her türlü modern düşünce sistematiğinden tiksinmesinin nedeni budur.

Nietzsche için modernite, köle ahlakının egemenliğini artırdığı için, eleştirilmesi gereken bir yanılgıdan ibarettir. Avrupa modernizmi, sunduğunu iddia ettiği değerler kümesi ile aslında bir tarihsel ilerlemeyi temsil etmez. Aksine, tarihsel ilerleme vurgusu ile insana sunulan değerler bir bütün olarak decadance'ın ta kendisidir(Yaşlı, 2010, s. 10). Modernitenin çocuğu sayabileceğimiz tarihsel ilerleme fikri ve bağlantılı olarak ele alınması gereken özne anlayışını eleştiren Nietzsche, hem ilerleme fikri üzerinden tarihe hem de özne felsefesine yönelttiği eleştiri üzerinden insana atfedilen değerlere itiraz etmektedir[2].

Eşitlik düşmanlığının tarihsel ilerleme düşmanlığına dönüşmesinin zemini burasıdır. Modernitenin ve Aydınlanma’nın rüzgarı ile belirlenen Avrupa’nın taşıdığı değer yitimi ile tarihsel açıdan ilerlemeyi değil gerilemeyi temsil ettiğinde ısrarcı olan Nietzsche, bir yandan Avrupa’nın dünyanın henüz modernleşmeyen geri kalan kısmına göre bir ilerlemeyi temsil etmediğini vurgularken, bir yandan da kendi içinde Avrupa tarihinin aristokratik döneme göre bir çöküşü ve gerilemeyi temsil ettiğini iddia etmektedir:

İlerleme. - Aldatılmaya izin vermeyelim! Zaman ilerliyor ve bizler içindeki herşeyin ilerlediğine- gelişmenin ilerleyen bir hareket olduğuna inanmak istiyoruz.

En ayık olanlar bu illüzyonla doğru yoldan saptılar. Ancak 19. yüzyıl 16. yüzyıl ile kıyaslandığında hiçbir ilerleme göstermemektedir ve 1888 yılının Alman ruhu 1788 yılının Alman ruhuyla kıyaslandığında bir gerilemeyi temsil eder.

İnsanlık” ilerlememektedir; hatta mevcut bile değildir.... Hıristiyanlığın yükselişinin bir çöküş hareketi olduğunun nasıl oldu da farkına varmadık? - Alman reform hareketinin Hıristiyan barbarlığının yeniden patlak vermesi anlamına geldiğini?- İhtilalin büyük bir toplum örgütlenmesine dair içgüdüyü yok ettiğini?

İnsanların, hayvanlarla kıyaslandığında hiçbir ilerleme kaydetmemiştir: Medenileşmiş acemi Araplar ile Korsikalılarla kıyaslandığında tam bir fiyaskodur; Çinliler, Avrupalılardan çok daha başarılı, özellikle de daha dayanıklı bir insan türüdür. (Nietzsche, 2010, s. 81)

Bu uzun alıntı göstermektedir ki Nietzsche ne tarihsel ilerlemeyi kabul etmektedir ne de bu ilerlemenin öznesi olarak insanlığı. Bu nedenle eleştirisini modernitenin çocuğu sayılabilecek rasyonalizm, ahlakçılık, romantizm, nihilizm ve sosyalizme de yöneltmektedir.(Nietzsche, 2010, s. 64-112)

Bu yazılanlara ek olarak Güç İstenci’nde Fransız İhtilali'nin ele alınışına değinmek Nietzsche ile Avrupa gericiliği arasındaki paralelliği yakalamak için faydalı olacaktır. Çünkü bu yaklaşım tarihsel ilerlemeye reddiyenin nerelerden beslenip nereleri beslediğinin güzel bir örneğini ortaya koymaktadır.
Nietzsche için tarihsel ilerleme fikrinin en kritik momenti olan Fransız İhtilali'nin gelişmelere pozitif bir etkisi bulunmamaktadır:

Fransız İhtilali'nden önce bir çok kademesi bulunan orta ve düşük sınıfların (tin ve vücudun düşük türleri dahil) yavaş ortaya çıkışı ve yükselişi aşağıdakileri kapsar- ki bu ortaya çıkış ve yükseliş Fransız İhtilali olmasaydı da gerçekleşirdi(abç) ve bu durumda sürünün tüm çobanların ve sürü öncülerinin egemenliği olarak ortaya çıkardı-” (Nietzsche, 2010, s. 65)

Ayaklarını “İhtilal-i Kebir”e basan sınıf mücadeleleri ile kavrulan Avrupa’da işçi sınıfının ağır Komün yenilgisinin hemen ardından kaleme alınan bu olumsalcı yaklaşım aynı zamanda burjuvazinin işçi sınıfı üzerindeki zaferinin felsefi alandaki yansımasıdır. Yazıda altını çizdiğim Avrupa gericiliği burjuvazinin işçi sınıfını durdurmak için kurduğu ve o günlerde tek silahı haline gelen koalisyon ise, Nietzsche’nin anti-tarihselciliği bu koalisyonun en güçlü düşünsel barutu olmuştur.

Sonuç: güç istencine reddiye

Nietzsche’nin güç istencine tanıdığı üstünlüğün ve onun ifadesi olarak efendi ahlakının egemenliğinin, hakkı gücün ve içgüdünün belirlediği bir yaşam tasavvur ettiğini söyleyebiliriz. Bu yaklaşımın modern kapitalizm ile de polemik yapıyor oluşu, aynı zamanda anti-kapitalist mücadeleleri de karşıya alması nedeniyle radikal anlamını yitiriyor.

Efendinin içgüdüsü uyarınca güç istenci ile yaşamasını yani bu zorbalığın meşrulaştırılmasını isteyen Nietzsche, işbölümü ve sınıfsal ayrışma ile ortaya çıkan Nietzsche’ci anlamda “efendi/köle” mücadelesini ortadan kaldırmak yerine dengenin güçlünün lehine değiştirilmesi gerektiğini savunuyor. Oysa onun felsefi sisteminin içinden bakıldığında bile, efendi ahlakı olarak sunulan şeyin zaten ironik bir şekilde azınlığın çoğunluk üzerindeki tahakkümünü savunan kapitalizm ile buluşuyor. Bu bakımdan kapitalizmin en ciddi ideolojik hamlesi olan moderniteye dönük saldırılar bir gölge boksuna dönüşmekten kurtulamıyor.

Eşitlik idealine ve tarihsel ilerleme fikrine duyduğu öfke ile aslında köle ahlakında bulunduğunu iddia ettiği “hınç”ın en yetkin taşıyıcılarından biri haline gelen Nietzsche, modernizmin yaşadığı dekadanstan aldığı güçle modernizmi aşmayı hedefleyen sosyalizm gibi akımlara dahi saldırarak anti-tarihselci ve olumsalcı bir yönteme ulaşıyor.

Bütün bu gelişmelerin yaşandığı dönem, modernizmi aşma çabasındaki işçi sınıfının aldığı 1871 yenilgisi ile birleşince Nietzsche’nin yığınlara yani kölelere duyduğu öfke dizginlerinden boşanıyor. Bu nedenle Nietzsche’nin son elli yılın en önemli gerici akımı olan post-modernizm ve türevleri açısından gördüğü itibar şaşırtıcı olmasa gerek. 



Kaynakça

Marx, K. (2007) Komünist Parti Menifestosu (E. Özalp, Çev). İsyanbul: Yazılama
Nietzsche, F. (2010). Güç istenci (N. Epeçli, çev.). İstanbul: Say
Yaşlı, F. (2010). Hayatın Olumlanması Olarak Felsefe – Nietzsche ve Marx. İstanbul: Bilim ve Gelecek


[1]     Nietzsche'nin ilk kitabı “Müziğin Ruhundan Tragedyanın Doğuşu”nun 1872 yılında yayımlanması, yaşının gençliği kadar, düşüncelerinin bir yıl önce açılan gericilik dönemi ile paralelliği bakımından da dikkate değerdir. 
[2] Fatih Yaşlı, Nietzsche ile Marx’ı felsefi yaklaşımları açısından incelediği değerli çalışması ile bu yazıdaki fikirlerime önemli bir katkıda bulunmuş odu. Ancak, değerlendirmemin kapsamı nedeniyle yazıyı alıntıya boğmamak adına kendi ifadelerimle yetindim.

Hiç yorum yok: