Giriş
Ondokuzuncu yüzyılın son çeyreğinin üretken düşünürü
Friedrich Wilhelm Nietzsche, fikirleri ile yirminci yüzyılın pek çok düşünürünü
etkiledi. Felsefesi ile aslında muhafazakar düşünceye ilham vermesi
beklenebilecekken, Nietzsche'nin yirminci yüzyılın ikinci yarısında açığa çıkan
post-modern düşünce ile de ilişkilendirilmesi mümkün oldu. Burada post-modern
düşüncenin de bir çeşit gericilik olduğunu hatırlatmakla birlikte, modernizme
“soldan” eleştiri getirme niyeti ile post-yapısalcılık ve post-modernizme
ulaşan Avrupalı sol aydınların bu yolculuklarında Nietzsche ile buluşmalarına
işaret ediyorum. Düşüncelerinin Alman faşizmi açısından taşıdığı değere koşut
olarak bir faşizm, otorite ve diktatörlük eleştirisi görünümündeki
post-yapısalcı akım ile de ilişkilendiriliyor olması, Nietzsche'nin yıllardır
tartışılmasına olanak tanıyan etkenlerin başında geliyor.
Nietzsche'yi Güç İstenci adlı yapıtı üzerinden
değerlendireceğim bu çalışmanın amacı fikirlerinin olgunlaştığı ve
popülerleştiği dönemi tarihsel bir çerçeveye oturtarak Nietzsche'yi bir gerici
olarak değerlendirmemi mümkün kılan eşitlik ve tarihsel ilerleme düşmanlığı
arasındaki ilişkiyi ortaya koymak olacak. Dolayısıyla, bu kısa değerlendirmede
ne Nietzsche'ci felsefenin temel yapı taşlarını ele alacağım ne de Güç
İstenci adlı kitabı bir bütün olarak değerlendireceğim.
Güç İstenci kitabı üzerinden Nietzsche'nin bir gerici olduğunu ortaya
koymak için öncelikle efendi ahlakı ve köle ahlakı ayrımının nereye tekabül
ettiğini saptayacağım. Ardından moderniteye dönük eleştirilerinin temelinde
köle ahlakının egemenliğine itirazın yattığını açığa çıkaracağım. Son olarak
tarihsel ilerleme fikrine saldırının Nietzsche'yi bir gerici pozisyonuna
düşürdüğünü vurgulayarak çalışmayı sonlandıracağım.
Bunları yaparken Nietzsche'yi Nietzsche'ci bir felsefi
çerçevenin içine yerleştirmek yerine daha tarihselci bir bakışla ele almanın
doğru olacağını düşünüyorum. Anti-tarihselci bir düşünce sistematiğini onun
kendi sınırlarını veri alarak eleştirmek belki bu yöntemin iç tutarsızlıklarını
ortaya koymayı sağlayabilir. Ancak, ben, yöntemsel olarak tarihselci bir
yaklaşımın anti-modernizme verilecek cevabı daha etkili kılacağı kanısındayım.
Modernizmin içerilerek aşılması olarak da ifade edebileceğimiz marksizmin,
anti-modernist bir yaklaşımı sorgularken modernizme hapsolmaması, çalışmanın
dayandığı yöntemsel zemini kuvvetlendirecektir.
Bu nedenle, Nietzsche'yi eleştirel bir şekilde ele almadan
önce, içine doğduğu tarihselliğin onun düşüncelerinin oluşumu ve gelişimi
açısından nasıl bir “tarihsel” olanak yarattığına değinerek başlamak faydalı
olacaktır.
Prelüd: dekadans ya da Nietzsche'nin doğuşu
Güç İstenci'nin Avrupa Nihilizmi üzerine yazılanlarla
başlaması tesadüf olarak görülmemeli (Nietzsche, 2010, s.22). Daha kitabının
ilk sayfalarında Avrupa'nın nihilist bir dönemden geçmekte olduğunu vurgulayan
Nietzsche, decadance(çöküş) olarak
değerlendirdiği moderniteye saldırarak kuruyor düşünsel yapısını.
Avrupa'da yaşanan burjuva devrimlerinin ve kapitalizmin toplumsal
formasyonun bütünü üzerinde sağladığı dönüşümlerin, Aydınlanma düşüncesinin
iddia ettiği sonuçlara ulaşmaması romantizmin doğmasına neden olmuştu.
Kapitalizmin gelişimi ile birlikte doğan “modern” çağın toplumsal refahı ve
bilim ile sanatın egemenliğini artırmasını bekleyen Avrupa aydını, kapitalizmin
aslında vaat ettiği toplumsal ilerlemeyi sunmuyor olmasını fark ettiğinde,
büyük bir hayal kırıklığına uğrayarak romantizmin esiri olmuştu. Bu nedenle
özellikle ondokuzuncu yüzyıl aydınının karamsar bir yapıya sahip olduğunu
söyleyebiliriz.
Bir yandan romantizme yol açan ve decadance olarak
tanımlanan bu hayal kırıklığı nihilizmin de doğuşunu ifade ediyordu. Romantizme
kıyasla daha radikal görünen nihilizme göre insanlara sunulan “değer”ler
aslında birer hiçtir ve bu değer olarak sunulan şeylerin eleştirisinden başka
yapacak bir şey bulunmamaktadır. Nietzsche nihilizmi bir gereklilik olarak
görmekle birlikte, “tüm değerlerin yeniden değerlendirilmesinin” aslında
nihilizmi de aşmak anlamına geleceğini ifade etmektedir.
Nietzsche'nin fikirlerinin oluştuğu nesnelliğe baktığımızda
romantik ve nihilist eleştirinin dışında başka bir eleştirel yöntemin daha
bulunduğunu biliyoruz: marksizm. Nietzsche marksizm üzerine okumuş mu
bilmiyoruz ancak onun düşüncesi ile marksizm arasında bir ilişki kurmak mümkün
görünüyor.
İlişkiden kastım aralarında bir etkileşim olması değil.
Kendisi de bir modernite eleştirisini içeren marksizmin pratik yenilgiler
alması ile açılan gericilik döneminin, Nietzsche'ci düşüncenin gelişimi ve
yaygınlaşması için gerekli ortamı yarattığını iddia ediyorum “ilişki” ile.
Kapitalizmin topluma sunduklarının acımasız bir eleştirisini
bağrında taşıyan marksizm, tarihi sınıf savaşımları tarihi olarak görüyor ve
aslında “tarih öncesi” sayılması gereken sınıflı toplumlara son vererek
“tarih”i başlatma misyonunu işçi sınıfına yüklüyordu. İşçi sınıfı, üretim
araçlarının özel mülkiyetine son vererek, kendisi dahil tüm sınıfların varoluş
koşullarını ortadan kaldıracak devrimci sınıftı.(Marx, 2007)
Bu düşüncenin ondokuzuncu yüzyılın üçüncü çeyreğinde
kapitalizm karşıtı toplumsal mücadelelere damgasını vurduğunu söyleyebiliriz.
Marksizmin bu yönteminin modernite eleştirisi açısından onu aşmayı hedefleyen
pozitif bir karakter taşıdığını söylemek de mümkün. Romantizm ve nihilizm
açıkça değiştirme mücadelesinin de anlamsızlığı üzerine inşa edilmişken,
marksizm düşünsel silahını değiştirme gücü ve iradesi ile birleştirmişti.
Ancak 1871 Paris Komünü yenilgisi ile birlikte Avrupa'da
başlayan gericilik dönemi, modernite eleştirisinin tek pozitif varyantını
etkisizleştirerek Nietzsche'ci yöntemin önünü açan tarihsel koşulları
oluşturmuş oldu[1]. Daha
sonra modernite eleştirisi bağlamında da vurgulayacağım gibi, Nietzsche'ci
düşüncenin gücü, tarihsel ilerleme fikrinin aldığı darbe ile paralel olarak
artmış oldu. Nietzsche de bu fırsatı değerlendirerek eleştiri oklarını bir
bütün olarak moderniteye ve tarihsel ilerleme fikrine yöneltti. Avrupa
gericiliğinin Paris Komünü üzerinden toplumsal hareketler ve işçi sınıfı karşısında
elde ettiği zafer, Nietzsche'nin gerici felsefesinin adeta köpeksiz köyde
değneksiz gezmesine olanak tanımıştı.
Köle Ahlakı ve Güç İstenci
Köleyi efendiden ayıran şey,
Nietzsche'ye göre, çalışma zorunluluğudur. Modern çağın efendi - köle ayrımı burjuvazi
ile proletarya arasında değildir. Hangi toplumsal katmandan olursa olsun,
çalışmak zorunda olan yığınlar, köledirler. Oysa efendiler herhangi bir şekilde
çalışmak zorunda değildirler. Onlar çalışmaksızın yaşama olanağına sahip bir
azınlıktırlar. Marksizme göre işbölümünün gelişimi ve üretim araçlarının özel
mülkiyeti sonucu açığa çıkın sınıfsal ayrışma, aynı zamanda bazı insanların
çalışmayarak ya da daha az çalışarak yaşamalarını mümkün kılıyordu. Benzer
şekilde Nietzsche’ye göre, efendiler, sahip oldukları üstün karakter nedeniyle
çalışmadan yaşama ve sanat, felsefe, bilim gibi konularla ilgilenme olanak ve
gücüne sahip insanlardır. Toplum, efendinin köle üzerindeki egemenliğini kabul
etmeli ki hayat Dyonisos’cu bir içeriğe kavuşsun.
Nietzsche toplumdaki algılanış
ve iddiaların aksine güçlü olanın egemen olmadığını iddia etmektedir. Onun
düşüncesine göre güçlü, güçlü olduğundan zayıflarla ilişkisinde hırslarından
arınmıştır. Buna karşılık, zayıf olan, yaşadığı yoksunlukların sebebi olarak
gördüğü efendiye karşı büyük bir hınçla yaşamaktadır. Bu nedenle aslında bugün
güçlü olduğu söylenen efendinin değil, zayıf olduğu söylenen kölenin ahlakı
egemenliğini sürdürmektedir. Zayıf olan köleler bu zaaflarını sayısal çoğunluk
olmaları ile kapatmış ve dünyaya kendi köle ahlaklarını egemen kılmışlardır.
Nietzsche bu duruma son
verilmesini ve efendi ahlakının yaşanmasını istemektedir ve bu da onun
aristokratik yaşantısı ile son derece uyumludur. Değerlerin yeniden
değerlendirilmesi çabası bir bakıma efendi ahlakının egemenliği ile sonuçlanacaktır.
Ancak bunun başarılması için çok
temel bir sorun bulunmaktadır: ahlakın ele alınış biçimi.
Nietzsche tarihi efendi ile köle
arasında bir mücadele olarak görmektedir ve Yahudilik’ten Hristiyanlık’a,
anarşizmden sosyalizme pek çok tarihsel mücadeleyi köle ahlakının egemenliğinin
aşamaları olarak kabul etmektedir. Tarih boyunca, ahlakın bu yanlış
“değer”lendirilmesi sürekli efendiyi köle karşısında güçsüzleştirmiş ve modern
çağın dekadansına ulaşılmıştır.
Nietzsche köle ahlakının oluşumunda
en önemli imzanın Sokrates’e ait olduğu kanısındadır. İnsanın içgüdülerinin
peşinde yaşadığı Helenik dönemin noktalanması anlamına gelen Sokrates, yaşamı
ahlak ile sınırlandırarak insana en büyük kötülüğü yapmıştır.
Burada efendi ahlakını anlamak için
“güç istenci” ile neyin anlatıldığını belirtmem gerekiyor. Güç istenci, insanın temel varoluş biçimidir. Tüm varoluş bu güç istencinin yansımalarıdır. Nietzsche’ye
göre evren, sonsuz sayıda kuvvetin ya da güç dalgalarının itilim ve çekilimlerinden
ibarettir. İnsan da doğaya yansıyan güç istencinden başka bir şey değildir. Güç
edinme iradesi, Nietzsche’ye göre insanların sonradan türettiği soyut bir terim
yahut kavram değildir. Bu irade, yaşamın ve doğanın en temel ilkesidir. Efendiler,
içgüdülerinden ibaret olan güç istencini serbest bırakıp dünyayı efendi ahlakının
egemenliğine kavuştursalar, insanlığın Dyonisos’cu bir hayat yaşamaları mümkün olacaktır.
Ancak köle ahlakı zayıf olanın güçlü olana öfkesi olarak kendini ortaya koyup, bu
hayatı nihilist anlamda bir hiçe indirgemektedir.
Modernite eleştirisi ve tarihsel ilerleme
Nietzsche’nin modernite ile derdi de buradan
kaynaklanmaktadır. Başta belirttiğim gibi Nietzsche’yi bir eşitlik düşmanı
yapan, bu eşitlik isteğinin efendi ahlakını yok edip köle ahlakının
egemenliğine yol açmasıdır.
Yahudilik hakkında görece iyimser değerlendirmeler yapan
Nietzsche’nin Hristiyanlık konusundaki sert tavrı, onun bir eşitlik dini olarak
kendini ortaya koymasından kaynaklanmaktadır. Yahudi inancına göre İbranilere
tanınan ayrıcalıklı konum Hristiyanlıkta hiçbir kesime vaat edilmemektedir. Bu
nedenle Sokrates’ten sonra köle ahlakının oluşumu ve efendi ahlakına üstün
gelmesi bakımından en önemli dönemeç Hristiyanlık ile geçilmiştir.
Tarihi efendi ile kölenin mücadelesi olarak gören Nietzsche,
Hristiyanlık örneğine benzer nedenlerle bütün büyük anlatıların taşıdıkları
eşitlik vurgusunun köle ahlakının ifadelerei olduğu kanısındadır. Ahlakçılıktan
rasyonalizme, anarşizmden sosyalizme her türlü modern düşünce sistematiğinden
tiksinmesinin nedeni budur.
Nietzsche için modernite, köle ahlakının egemenliğini
artırdığı için, eleştirilmesi gereken bir yanılgıdan ibarettir. Avrupa
modernizmi, sunduğunu iddia ettiği değerler kümesi ile aslında bir tarihsel ilerlemeyi
temsil etmez. Aksine, tarihsel ilerleme vurgusu ile insana sunulan değerler bir
bütün olarak decadance'ın ta kendisidir(Yaşlı, 2010, s. 10).
Modernitenin çocuğu sayabileceğimiz tarihsel ilerleme fikri ve bağlantılı
olarak ele alınması gereken özne anlayışını eleştiren Nietzsche, hem ilerleme
fikri üzerinden tarihe hem de özne felsefesine yönelttiği eleştiri üzerinden
insana atfedilen değerlere itiraz etmektedir[2].
Eşitlik düşmanlığının tarihsel ilerleme düşmanlığına
dönüşmesinin zemini burasıdır. Modernitenin ve Aydınlanma’nın rüzgarı ile
belirlenen Avrupa’nın taşıdığı değer yitimi ile tarihsel açıdan ilerlemeyi
değil gerilemeyi temsil ettiğinde ısrarcı olan Nietzsche, bir yandan Avrupa’nın
dünyanın henüz modernleşmeyen geri kalan kısmına göre bir ilerlemeyi temsil
etmediğini vurgularken, bir yandan da kendi içinde Avrupa tarihinin
aristokratik döneme göre bir çöküşü ve gerilemeyi temsil ettiğini iddia
etmektedir:
İlerleme. - Aldatılmaya izin
vermeyelim! Zaman ilerliyor ve bizler içindeki herşeyin ilerlediğine-
gelişmenin ilerleyen bir hareket olduğuna inanmak istiyoruz.
En ayık olanlar bu illüzyonla
doğru yoldan saptılar. Ancak 19. yüzyıl 16. yüzyıl ile kıyaslandığında hiçbir
ilerleme göstermemektedir ve 1888 yılının Alman ruhu 1788 yılının Alman ruhuyla
kıyaslandığında bir gerilemeyi temsil eder.
“İnsanlık” ilerlememektedir;
hatta mevcut bile değildir.... Hıristiyanlığın yükselişinin bir çöküş hareketi
olduğunun nasıl oldu da farkına varmadık? - Alman reform hareketinin Hıristiyan
barbarlığının yeniden patlak vermesi anlamına geldiğini?- İhtilalin büyük bir
toplum örgütlenmesine dair içgüdüyü yok ettiğini?
İnsanların, hayvanlarla
kıyaslandığında hiçbir ilerleme kaydetmemiştir: Medenileşmiş acemi Araplar ile
Korsikalılarla kıyaslandığında tam bir fiyaskodur; Çinliler, Avrupalılardan çok
daha başarılı, özellikle de daha dayanıklı bir insan türüdür. (Nietzsche, 2010,
s. 81)
Bu uzun alıntı göstermektedir ki
Nietzsche ne tarihsel ilerlemeyi kabul etmektedir ne de bu ilerlemenin öznesi
olarak insanlığı. Bu nedenle eleştirisini modernitenin çocuğu sayılabilecek
rasyonalizm, ahlakçılık, romantizm, nihilizm ve sosyalizme de
yöneltmektedir.(Nietzsche, 2010, s. 64-112)
Bu yazılanlara ek olarak Güç
İstenci’nde Fransız İhtilali'nin ele alınışına değinmek Nietzsche ile
Avrupa gericiliği arasındaki paralelliği yakalamak için faydalı olacaktır. Çünkü
bu yaklaşım tarihsel ilerlemeye reddiyenin nerelerden beslenip nereleri
beslediğinin güzel bir örneğini ortaya koymaktadır.
Nietzsche için tarihsel ilerleme fikrinin en kritik momenti
olan Fransız İhtilali'nin gelişmelere pozitif bir etkisi bulunmamaktadır:
“Fransız İhtilali'nden önce bir
çok kademesi bulunan orta ve düşük sınıfların (tin ve vücudun düşük türleri
dahil) yavaş ortaya çıkışı ve yükselişi aşağıdakileri kapsar- ki bu ortaya
çıkış ve yükseliş Fransız İhtilali olmasaydı da gerçekleşirdi(abç) ve bu
durumda sürünün tüm çobanların ve sürü öncülerinin egemenliği olarak ortaya
çıkardı-” (Nietzsche, 2010, s. 65)
Ayaklarını “İhtilal-i Kebir”e basan
sınıf mücadeleleri ile kavrulan Avrupa’da işçi sınıfının ağır Komün
yenilgisinin hemen ardından kaleme alınan bu olumsalcı yaklaşım aynı zamanda
burjuvazinin işçi sınıfı üzerindeki zaferinin felsefi alandaki yansımasıdır.
Yazıda altını çizdiğim Avrupa gericiliği burjuvazinin işçi sınıfını durdurmak
için kurduğu ve o günlerde tek silahı haline gelen koalisyon ise, Nietzsche’nin
anti-tarihselciliği bu koalisyonun en güçlü düşünsel barutu olmuştur.
Sonuç:
güç istencine reddiye
Nietzsche’nin güç istencine
tanıdığı üstünlüğün ve onun ifadesi olarak efendi ahlakının egemenliğinin,
hakkı gücün ve içgüdünün belirlediği bir yaşam tasavvur ettiğini
söyleyebiliriz. Bu yaklaşımın modern kapitalizm ile de polemik yapıyor oluşu,
aynı zamanda anti-kapitalist mücadeleleri de karşıya alması nedeniyle radikal
anlamını yitiriyor.
Efendinin içgüdüsü uyarınca güç
istenci ile yaşamasını yani bu zorbalığın meşrulaştırılmasını isteyen
Nietzsche, işbölümü ve sınıfsal ayrışma ile ortaya çıkan Nietzsche’ci anlamda
“efendi/köle” mücadelesini ortadan kaldırmak yerine dengenin güçlünün lehine
değiştirilmesi gerektiğini savunuyor. Oysa onun felsefi sisteminin içinden
bakıldığında bile, efendi ahlakı olarak sunulan şeyin zaten ironik bir şekilde
azınlığın çoğunluk üzerindeki tahakkümünü savunan kapitalizm ile buluşuyor. Bu
bakımdan kapitalizmin en ciddi ideolojik hamlesi olan moderniteye dönük
saldırılar bir gölge boksuna dönüşmekten kurtulamıyor.
Eşitlik
idealine ve tarihsel ilerleme fikrine duyduğu öfke ile aslında köle ahlakında
bulunduğunu iddia ettiği “hınç”ın en yetkin taşıyıcılarından biri haline gelen
Nietzsche, modernizmin yaşadığı dekadanstan aldığı güçle modernizmi aşmayı
hedefleyen sosyalizm gibi akımlara dahi saldırarak anti-tarihselci ve olumsalcı
bir yönteme ulaşıyor.
Bütün bu
gelişmelerin yaşandığı dönem, modernizmi aşma çabasındaki işçi sınıfının aldığı
1871 yenilgisi ile birleşince Nietzsche’nin yığınlara yani kölelere duyduğu
öfke dizginlerinden boşanıyor. Bu nedenle Nietzsche’nin son elli yılın en
önemli gerici akımı olan post-modernizm ve türevleri açısından gördüğü itibar
şaşırtıcı olmasa gerek.
Kaynakça
Marx, K. (2007) Komünist Parti Menifestosu (E. Özalp,
Çev). İsyanbul: Yazılama
Nietzsche, F. (2010). Güç istenci (N. Epeçli, çev.).
İstanbul: Say
Yaşlı, F. (2010). Hayatın Olumlanması Olarak Felsefe –
Nietzsche ve Marx. İstanbul: Bilim ve Gelecek
[1] Nietzsche'nin ilk kitabı “Müziğin
Ruhundan Tragedyanın Doğuşu”nun 1872 yılında yayımlanması, yaşının gençliği
kadar, düşüncelerinin bir yıl önce açılan gericilik dönemi ile paralelliği
bakımından da dikkate değerdir.
[2] Fatih
Yaşlı, Nietzsche ile Marx’ı felsefi yaklaşımları açısından incelediği değerli
çalışması ile bu yazıdaki fikirlerime önemli bir katkıda bulunmuş odu. Ancak,
değerlendirmemin kapsamı nedeniyle yazıyı alıntıya boğmamak adına kendi
ifadelerimle yetindim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder