4 Ocak 2010 Pazartesi

“ateşi ve ihaneti gördük…” - Ayhan Keser

“ateşi ve ihaneti gördük…” - Ayhan Keser
21.06.2009 - 06:54


KENTİN SESİ - Gaziantep yazıları

"ateşi ve ihaneti gördük,
ve kanlı bankerler pazarında
memleketi alman'a satanlar,
yan gelip ölülerin üzerinde yatanlar
düştüler can kaygusuna
ve kurtarmak için başlarını halkın gazabından
karanlığa karışarak basıp gittiler."
(Nazım Hikmet)

***
Sınırlardaki mayınları yazmadan önce Nazım'ın kaleminden Karayılan'ı okumak istedim. İnsanlar bazen fazlasıyla teknik algılayabiliyor çünkü böylesine hayati konuları... Mayınlarla korunan sınırlar ekonomik değeri vb. üzerinden ele alınınca neyin kaybedilmekte olduğu unutuluyor.

Elbette mayına basıp ölen, sakat kalan insanların acısını en iyi bizler anlarız ancak on yıllar boyunca İsrail kontrolüne geçecek olan topraklar, sadece sınırlara değil, tüm Türkiye'ye mayın döşenmesi anlamına gelmeyecek mi?

Abdülhamit'in Filistin topraklarını satın almak isteyen Yahudilere hangi yanıtı verdiğini anlatıp duran dinciler, TİGEM'in yok edilmesini alkışlayıp şimdi "tarıma açılır tarıma" diye ortalıkta dolanan liberaller... Hepsi ihanetin ateşli savunucuları olarak kaydedildiler.

Nazım Abdülhamit ve Vahdettin'in ihanetini gördü. Bugünün Yeni Osmanlı heveslisi Erdoğan ve şebekesinin ihanetini görmek de bize düştü. "Van minüt" süren Davos şovunun ardından İsrail'e toprak satışına karşı çıkanları faşistlikle suçlayıp nasıl da faşist İsrail'i savunduğunu gördük, öfkelendiğimiz kadar ürktük...

Ürktük çünkü insan bazen neleri kaybetmekte olduğunu idrak edemiyor. Sovyetler Birliği'nin dağılışındaki bir avuç zibidiye teslim olan milyonların ataletini bu idrak eksikliğinde aramak gerekiyor.

Dolayısıyla bir konuyu vurgulamak gerekiyor: bugün tartışmaya açılan sınırların oluşumunu hafife almak, solun "yapma olanağı bulunan" en büyük yanılgı olacaktır. Kastım Misak-ı Milli falan değil, bugünkü sınırlarımızdan söz ediyorum. Büyümesi ya da küçülmesi fark etmez, değişikliğin meşru görülmeye başlanması bile bir dönemin kapanması anlamına gelir.

Kapanan dönem yıllar önce açılmasaydı ne olurdu? Ülkemiz de bir şekilde uluslaşma sürecini tamamlayıp modern sınıfların sahne almasını sağlar mıydı?

Bugünkü mevcut sınırlar oluşmuş olmasaydı, bizim payımıza düşen açık işgal ve manda yönetimiydi, bundan şüphesi olanlar varsa Marx ve Engels'in Osmanlı'nın paylaşımı üzerine dönen dolaplar hakkında yazdıklarını ve sonrasında Lenin'in analizlerini okusun. İsteyen "biz de Hindistan gibi, kendi mücadelemiz ve uluslar arası dinamiklerin etkisiyle bu dönemi atlatabilirdik" diye düşünebilir.

Ben bu gibi iddiaların hepsi üzerine tartışabilecekken, bu iddiaların ciddiye alınmamasından yanayım. Çünkü hepsinin altında, kendine ve işçi sınıfına duyulan güvensizlikten kaynaklanan bir nihilizm yatıyor.

Biz sınıfsız bir dünya kurana kadar sınırlar önemlidir. Bu nedenle, günümüzde sınırların değişmezliğini savunmak daha önemlidir. Ancak, emperyalizmin gemi azıya aldığı günümüzde, sınırların değişmesini fiili olarak engellemek ise her şeyden önemlidir.

Meselenin teorik boyutları geleneğimiz tarafından defalarca yazıldı. Ancak günümüzde yaşananlar ve emperyalizmin yönelimleri bu teorik tutumun gündelik hayata taşınmasını zorunlu kılıyor.

Burada asla "teorik düzleme sıkışıp kaldığımızı" söylemiyorum. Bu teori ile emperyalizmin hamlelerinin kesiştiği noktanın bizim için hayat memat meselesi olduğu kanısındayım. Meclis hangi yasayı çıkarırsa çıkarsın, Cumhurbaşkanı bu yasaları kaç saat içinde imzalarsa imzalasın, bu yasalar bize takılmalıdır. TBMM'nin ülkemizin sınırlarını şaibeli hale getirecek adımlar atmaya devam etmesi halinde sınırların savunulması için bir an bile tereddüt edilmemelidir. Meclis'in ve burjuvazinin ihanetinin bu ülkeyi bitirmeye yetmeyeceği ilan edilmelidir!

Lübnan'ın İsrail tarafından işgal edilmek istendiği günleri hatırlamak iyi bir örnek anlamına gelecektir: Lübnan ordusu işgalci İsrail askerlerine çay ikram ederken Lübnan Komünist Partisi üyeleri cepheye koşmuşlardır.

Meselenin güncel yanı hatırlansın diye Yunan İç Savaşı'na değinmek yerine Lübnan örneğini daha işlevsel buldum. Ancak, tarihi boyunca burjuvazinin ihanetine yurtsever yanıtlar üretmiş komünist hareket, ülkemizde de bu derece yerleşiklik kazanmaktadır.

Üstelik ülkemizde işgale direnişin 19 Mayıs'ı öncelediğini, yoksul bedenlerde filizlendiğini de biliyoruz.

"ve bir tarla sıçanı gibi yaşayıp
bir tarla sıçanı kadar korkak olan,
fırlayıp atlayınca ileri
bir dehşet aldı anteplileri,
seğirttiler peşince,
düşmanı tepelerde yediler.
ve bir tarla sıçanı gibi yaşayıp
bir tarla sıçanı kadar korkak olana:
karayılan dediler."

***

Burada Gaziantep'ten bakıp yazdım ancak yazılanlar, yaşananlar Türkiye'nin her yerini bağlıyor. Tekrar olacak ama sınırların değişmesinin meşru hale gelmesi "ihanet ateşinin" büyük bir fitili tutuşturması anlamına gelecek. Bizler ise, sadece Gaziantep'te değil, memleketin her yerinde bu süreci durdurma görevini üzerimize almış olduk.

Meclis'in ve burjuvazinin ihaneti ise sözü Enver Gökçe'ye bırakmamızı gerektirdi:
"Topla Antep'i Çukurova'yı
İzmir'i, Urfa'yı, Konya'yı
Haydi ha
Ne durursun Munzur!

Engini de deli gönül engini
Kutlayalım şol kurtuluş cengini
Hayını,
Kompradoru, pezevengini
Vur kara yeğenim vur!"

keser.ayhan@gmail.com

Hiç yorum yok: